Moskova'nın,Türklerin Dilini Sovyetleştirme Çabaları
Sovyetler, Çarlık döneminde başarılı olamayan Nikolay İlminski’nin metodundan Türkleri parçalamada son derece istifade ettiler. Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları kaldırarak müşterek bir dil yaratmaya çalışmış ve bunda da oldukça başarılı olmuştu. İlminski tam bunun aksini gerçekleştirmek, yâni Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları çoğaltmak ve onları ayrı birer dil gibi kullanılmalarını sağlamak istemişti. Böylece, Türkleri böl ve yönet taktiği başarılı olacaktı. İlminski’nin sağlığında başarılı olmayan bu sistem, Bolşevikler tarafından son derece kurnazca kullanılmış, Sovyet Cumhuriyetleri teşkil edildikten sonra her Türk Cumhuriyetine kendi lehçesini ayrı bir lisan gibi kullandırtmıştır. Böylece Türkler arasındaki dil ve kültür birliğini bozmak istemişlerdir.
Türk lehçelerini ayrı birer dil gibi kullandırma mecburiyeti getirdikten sonra, ikinci olarak alfabeye el atmışlardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi, Türkistan’da Türkler, Arap alfabesiyle okuyup yazıyorlardı. Türkler arasında, bu harflerin kullanılmamasını isteyenler de vardı. Ruslar bundan istifade ederek 1924’de hazırlattıkları ve 1928 de Türkler için Rus Kril harfleriyle karışık bir Lâtin harfleri sistemini uygulamaya başladılar. Zaten daha önceleri Rusların büyük dil bilginleri Polevinov, 1927’de “Şark İnkılâbı” mecmuasında Rusların ve Türklerin dilleri üzerinde ve bilhassa Türk dilinin Rusçanın tesirinde nasıl kalabileceği hakkında yazılar yazıyordu. Bu zatın ileri bir hedefe matuf olarak, geliştirdiği çalışmalar son derece kasıtlı idi. Yeni alfabe alınırken, aynı Türk lehçelerine uygulanan alfabelerin bazı noktalarında birbirinden farklı olmasına dikkat edilmişti. Bu mesele üzerinde devam eden yabancı araştırıcıların tetkikleri Rusların bu işi, siyasî hedeflerine uygun bir şekilde tanzim ettiklerini ortaya koymuştur. Güdülen maksat aşikârdı: Türk lehçelerini alfabe bakımından da ayırmak, yeni yetişecek nesillerin Arap harfleriyle yazılan gayet zengin kültür hazinelerinden kopmalarını sağlamaktır. Ama Türkiye’de Lâtin harfleri devrinin başlamasından sonra, kendi idarelerindeki Türklerle Türkiye Türklerinin biraz farklı da olsa müşterek alfabeye sahip olmaları Türkiye’nin Türkistan’da ve Kafkaslar’da nüfuzunun hızla artmasına sebep olmuş, bu ise, Rusya’yı son derece tedirgin etmiştir. Neticede Sovyetler, II. Dünya Harbi’nin başlaması ile birlikte Türklerin Lâtin alfabesini kullanmalarını yasaklamış ve her Türk lehçesi için birbirinden farklı Kril alfabesi uygulamayı zorunlu olarak başlatmıştır. Lâtin alfabesi ile yazılan bütün kitaplar toplatılarak imha edilmiştir.
Ruslar, Türk boylarının birbirleri ile kültür münasebetlerini koparabilmek için iki mütehassısı kullanmışlardı: Prof. Khun ve Prof. İlminski. İlminski’nin ölümünden sonra Khun, bu işi yürüten adam idi. Sovyetler, Khun vasıtasıyla Türkler arasındaki birlik hissini yıkabilmek için yeni bir çalışma yürütmeye başlamışlardır. Khun’un önderliğinde teşkil edilen bir ilmî komisyon vasıtasıyla, Türk boylarının ayrı milletler ve bunların şivelerinin de müstakil diller olduğunu güya delilleriyle ortaya koymaya çalışmalarıdır. Ayrıca, Türk lehçelerine, güya ayrı bir dil olarak kullanılabilmeleri için, Rusça ıstılahlar ve bazı teknik terimler de sokmuşlardır. Sovyetlerin, bu faaliyetleri, çok geçmeden Türk aydınlarını Türkçeyi müdafaaya sevk etmiştir. Türkistanlı ve Azerbaycanlı dil bilginleri, edebiyatçılar ve şairler tertip ettikleri ilmî kongrelerde, eski müşterek edebî dil an’anelerine yabancı kelimeler yerine Türkçe kelimeler kullanmak ve Türkçe terimler yaratmak suretiyle bir ortak ilim dili meydana getirmek istediklerini ortaya atmışlardır. Onların bu tabiî istekleri, Sovyetlerce tepkiyle karşılanmış ve bu aydınlar “gerici-Pantürkist-Panturanist damgalarıyla tasfiye edilmişlerdir. Bununla da yetinmeyen Sovyetler, bütün okullarda Rusça öğrenimini mecburî tutmuşlardır.
Dil sahasında Türk Cumhuriyetlerinin uğradığı bu baskına, bir müddet sonra Türk aydınları bilinçli bir mücadele başlatmışlardır. Cengiz Aytmatov ve Olcas Süleymanov gibi edip ve şairlerin önderliğinde yapılan bu mücadele bugün iyi bir seviyeye ulaşmış, Türk dili üzerindeki çalışmaları hızlandırmıştır. Ne var ki, Sovyetlerin Türk lehçeleri üzerinde yaptıkları tahribatın acı izlerini de görmemek mümkün değil.PROF. DR. HALİL BAL
Türk lehçelerini ayrı birer dil gibi kullandırma mecburiyeti getirdikten sonra, ikinci olarak alfabeye el atmışlardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi, Türkistan’da Türkler, Arap alfabesiyle okuyup yazıyorlardı. Türkler arasında, bu harflerin kullanılmamasını isteyenler de vardı. Ruslar bundan istifade ederek 1924’de hazırlattıkları ve 1928 de Türkler için Rus Kril harfleriyle karışık bir Lâtin harfleri sistemini uygulamaya başladılar. Zaten daha önceleri Rusların büyük dil bilginleri Polevinov, 1927’de “Şark İnkılâbı” mecmuasında Rusların ve Türklerin dilleri üzerinde ve bilhassa Türk dilinin Rusçanın tesirinde nasıl kalabileceği hakkında yazılar yazıyordu. Bu zatın ileri bir hedefe matuf olarak, geliştirdiği çalışmalar son derece kasıtlı idi. Yeni alfabe alınırken, aynı Türk lehçelerine uygulanan alfabelerin bazı noktalarında birbirinden farklı olmasına dikkat edilmişti. Bu mesele üzerinde devam eden yabancı araştırıcıların tetkikleri Rusların bu işi, siyasî hedeflerine uygun bir şekilde tanzim ettiklerini ortaya koymuştur. Güdülen maksat aşikârdı: Türk lehçelerini alfabe bakımından da ayırmak, yeni yetişecek nesillerin Arap harfleriyle yazılan gayet zengin kültür hazinelerinden kopmalarını sağlamaktır. Ama Türkiye’de Lâtin harfleri devrinin başlamasından sonra, kendi idarelerindeki Türklerle Türkiye Türklerinin biraz farklı da olsa müşterek alfabeye sahip olmaları Türkiye’nin Türkistan’da ve Kafkaslar’da nüfuzunun hızla artmasına sebep olmuş, bu ise, Rusya’yı son derece tedirgin etmiştir. Neticede Sovyetler, II. Dünya Harbi’nin başlaması ile birlikte Türklerin Lâtin alfabesini kullanmalarını yasaklamış ve her Türk lehçesi için birbirinden farklı Kril alfabesi uygulamayı zorunlu olarak başlatmıştır. Lâtin alfabesi ile yazılan bütün kitaplar toplatılarak imha edilmiştir.
Ruslar, Türk boylarının birbirleri ile kültür münasebetlerini koparabilmek için iki mütehassısı kullanmışlardı: Prof. Khun ve Prof. İlminski. İlminski’nin ölümünden sonra Khun, bu işi yürüten adam idi. Sovyetler, Khun vasıtasıyla Türkler arasındaki birlik hissini yıkabilmek için yeni bir çalışma yürütmeye başlamışlardır. Khun’un önderliğinde teşkil edilen bir ilmî komisyon vasıtasıyla, Türk boylarının ayrı milletler ve bunların şivelerinin de müstakil diller olduğunu güya delilleriyle ortaya koymaya çalışmalarıdır. Ayrıca, Türk lehçelerine, güya ayrı bir dil olarak kullanılabilmeleri için, Rusça ıstılahlar ve bazı teknik terimler de sokmuşlardır. Sovyetlerin, bu faaliyetleri, çok geçmeden Türk aydınlarını Türkçeyi müdafaaya sevk etmiştir. Türkistanlı ve Azerbaycanlı dil bilginleri, edebiyatçılar ve şairler tertip ettikleri ilmî kongrelerde, eski müşterek edebî dil an’anelerine yabancı kelimeler yerine Türkçe kelimeler kullanmak ve Türkçe terimler yaratmak suretiyle bir ortak ilim dili meydana getirmek istediklerini ortaya atmışlardır. Onların bu tabiî istekleri, Sovyetlerce tepkiyle karşılanmış ve bu aydınlar “gerici-Pantürkist-Panturanist damgalarıyla tasfiye edilmişlerdir. Bununla da yetinmeyen Sovyetler, bütün okullarda Rusça öğrenimini mecburî tutmuşlardır.
Dil sahasında Türk Cumhuriyetlerinin uğradığı bu baskına, bir müddet sonra Türk aydınları bilinçli bir mücadele başlatmışlardır. Cengiz Aytmatov ve Olcas Süleymanov gibi edip ve şairlerin önderliğinde yapılan bu mücadele bugün iyi bir seviyeye ulaşmış, Türk dili üzerindeki çalışmaları hızlandırmıştır. Ne var ki, Sovyetlerin Türk lehçeleri üzerinde yaptıkları tahribatın acı izlerini de görmemek mümkün değil.PROF. DR. HALİL BAL
Hiç yorum yok