Son Yayınlar

Roma’nın Kuruluşu



Roma şehrinin kuruluşu tarihi geleneğe göre MÖ 8. yüzyıl ortalarına tarihlenir. Roma imparatoru Augustus döneminde MÖ 1. yüzyılın son yarısında yaşamış olan tarihçi Marcus Terentius Varro kuruluş tarihini MÖ 753 yılı olarak hesaplamıştır. Bu tarihe göre Romayı kuran mitolojik kahraman Troialı Aeneas olup babası Ankhises’i omuzlarında taşıyarak yanan şehirden kaçmış ve kaçarken de şehrin ve ailesinin bazı kutsal eşyaları ve şehir tanrıçası Athena’nın büyülü idolü Palladion’u da yanına almıştır. Masalsı anlatıma göre Aeneas uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yolunu zaman zaman şaşırarak önce Sicilia adasına ve oradan da tanrıların kendisine gösterdikleri kutsal iskân yeri olan Latium’a ulaşmıştır. Orada Lavinium adını taşıyan bir yerleşme kurmuş ve mitolojik anlatıma göre daha sonra tanrılar katına yükselerek tanrılaştırılan ilk Romalı önder olmuştur. Mitolojiye göre oğlu Julus Latium bölgesinde Alba Longa şehrini kurdu ve nesiller boyunca bu şehri yöneten kralların atası oldu. Alba Longa şehrinin son kralları olan iki kardeş Numitor ve Amulius ile Romanın tarihi kuruluş süreci başlamaktadır. Bu iki erkek kardeşten kötü karakterli olarak tanımlanan Amulius ağabeyinin neslini kurutmak için Numitor’un tek kızı olan Rea Silvia’yı Vesta tapınağında rahibe olmaya ve dolayısıyla böylece sürekli bakire kalmaya zorlamış olur. Ancak ailenin kaderi tanrılar tarafından belirlenir. Rea Silvia savaş tanrısı Mars ile yakınlaşır ve Remus ile Romulus adlarını taşıyan ikiz erkek çocuk doğurur. Bu durumu haber alan Amulius her iki çocuğun bir sepet içerisinde Tiber nehrine bırakılmalarını emreder. Ancak içinde çocukların bulunduğu sepet kıyıya ulaşır ve kıyıda onları bulan bir dişi kurt tarafından emzirilerek ölümden kurtulurlar. Daha sonra onların bakımını üstlenen çoban Faustulus tarafından büyütülürler. İkizlerin karaya ulaştığı yerdeki Lupercal mağarası ve altında dişi kurtun ikiz kardeşi emzirdiği ficus Ruminalis olarak bilinen incir ağacı daha sonra Romanın mitolojik kuruluş öyküsünün temeli olarak Palatinus tepesinin (= mons Palatinus) güneybatı yamacında korunur ve ziyaret edilir. Remus ve Romulus büyüdüklerinde büyük amcalarının kendilerine yaptıkları kötülüğü öğrenerek Amulius’u öldürürler. Dedeleri Numitor’u tekrar tahta oturlar ve kendileri de yeni bir şehir kurarlar. Şehrin başına kimin geçmesi gerektiği konusunda tanrılara sorulduğunda tanrısal irade Romulus’u işaret etmiş ve buna kızan Remus yeni kurulan şehri alaya alınca Romulus ile aralarında kavga çıkmış, çıkan kavga sonucunda da Remus öldürülmüştür. Böylece Romulus Roma’nın ilk kralı olarak tarih yazımında yerini almıştır. Roma’nın kuruluşu hakkında buraya kadar anlatılan mitolojik öyküler Romalı tarihçiler ve edebiyat yazarları tarafından oluşturulmuş öyküler niteliğindedir. Bazı çağdaş tarihçilerin tahminine göre bu yapay olarak oluşturulmuş öykülerin arkasında Roma’nın giderek daha fazla güç kazandığını ve bu nedenle dikkate alınması gerektiğini görerek Roma’yı kendi tarihi gelenekleri içine uyarlamakta yararlı gören Yunan tarihçileri bulunmaktadır. Romalılar büyük bir olasılıkla giderek büyüyen egemenlik alanlarını Yunanlara karşı kabul edilebilir bir konuma getirebilmek için Yunanlardan çok sonraları bu anlatımları üstlenip onları daha da geliştirdiler.

Roma şehrinin elle tutulabilir gerçek tarihi için veri teşkil eden en eski buluntular Palatinus tepesinde ve Esquilinus tepesinin batı eteklerinde ele geçen erken demir çağ dönemi tabakalarda gün yüzüne çıkmıştır. Bu buluntuların en eskileri MÖ 10. ve 9. yüzyıllara tarihlenmektedir. Yüzey buluntularına göre MÖ 8. yüzyıldan başlayarak Quirinalis tepesinde de yerleşim olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca bu tepeler arasında bulunan ve bugün Forumun yer aldığı vadinin de aynı dönemde iskân edilmeye başlandığı tahmin edilmektedir. Dini merkezin Capitolinus tepesinde açık havada bulunan Juppiter kutsal alanı olduğu anlaşılmaktadır. Tiber nehri üzerinde bulunan bir adacık hem karşıya geçişi kolaylaştırmakta ve hem de nehrin artık su üzerinde hareket edebilen ulaşım araçlarıyla kullanılmasının sona erdiği yer olarak şehrin ilk yerleşim bölgesinin sınırını oluşturmaktaydı. Roma’nın ilk yerleşiminin ne zaman şehir haline dönüşmeye başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Arkeolojik verilere göre MÖ 600 yılından başlayarak bir şehir oluşumundan söz edilebileceği yorumları son yıllarda daha fazla ileri sürülmektedir. Şüphesiz aşamalı olarak şehre dönüşen yerleşim yerinin bu sürece çevrede bulunan Latinler ve Sabinler gibi civar tepelerde yaşayan yerli halkı da dahil ederek geliştiği anlaşılmaktadır.

Roma yerleşmesinin bir şehir haline dönüşmesinde en önemli rolü en yakınında bulunan şehir yapısını oluşturan Etrüskler oynamış olmalıydı. MÖ 9. ve 8. yüzyıllarda Etrüsklerin şehir olarak tanımlanabilecek yerleşmeler kurmaya başladıkları kanıtlanmıştır. Roma şehrinin Yunan şehir devletlerinden esinlenilerek kurulmuş olması en yakın Yunan şehir devleti olan Kyme’nin kilometrelerce uzakta Napoli körfezi kıyısında bulunması nedeniyle çok zayıf bir ihtimaldir. Romanın mitolojik kurucusu Romulus Etrüsk kabilesi olan Romuli’lere mensuptur ve dolayısıyla Roma’nın adı Etrüsk dilinden türetilmiştir. Ayrıca Roma’daki tüm memuriyetlerin işaretleri niteliğinde olan altın taç, katlanabilen sandalye olan sella curulis, erguvan renkli ve altın işlemeli tunica, odun demetine sarılmış balta olan fasces Etrüsk kökenlidir. Ayrıca lictor’luk kurumu, çeşitli işaretlere bakarak tanrısal buyruklar hakkında bilicilik faaliyetinde bulunmak, şehrin iskân bölgesi ile kırsal kesimi kutsal bir sınırla (=pomerium) ayırmak Etrüsklere özgü niteliklerdir. Önceleri sadece Capitolinus ve Palatinus tepelerinin tahkim edilmiş oldukları bilinmektedir. Aventinus tepesinin Roma’nın kutsal sınırı dışında kaldığı anlaşılmaktadır. Roma’nın bugüne kadar saptanabilmiş en eski sur duvarı tüf taşından yapılmış olup MÖ 4. yüzyıla tarihlenmektedir.

Günümüze değin Roma’nın kuruluşuna ilişkin elde edilen veriler değerlendirildiğinde Roma şehrinin Etrüsk kökenli bir önder tarafından MÖ 7. yüzyılda kurulmuş olduğu ve birçok Etrüsk ailesinin de onunla birlikte bu yeni kurulan şehre yerleştikleri Roma’da bulunmuş olan yazıtlarda geçen şahıs isimleri üzerinde yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Etrüsklerin kendi yaşam biçimlerini Roma’daki mimari ve sanatın yanısıra dini hayata ölü gömme geleneklerine kadar yansıttıkları görülmektedir.

Roma şehri alfabe ile Etrüskler sayesinde tanıştı. Latin kökenli halk sayıca Etrüsklerden daha fazlaydı fakat Etrüskler sayıca az olmalarına rağmen onlara siyasi yönden çok şey öğretmişlerdi.


PROF. DR. MUSTAFA H. SAYAR Roma Tarihi

Hiç yorum yok