26 ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi
Mustafa Kemal Atatürk'ün Sesinden - Mağusa Limanı
Bugüne kadar 26 ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile ilgili savaşın planları, haritalar söyleşiler anılar dâhil her şey yazılmıştı. Tam da artık anlatılacak yeni bir şey yok derken; Atatürk’ün kendi defterlerindeki bazı notlar açığa çıkarılınca, başka bir açıdan yorumlama fırsatını yakalamış bulundum. Savaşı ele almadan önce birkaç hususu açıklamayı, konun anlaşılabilmesi açısından ihtiyaç görmekteyim.
Büyük Komutanın, Büyük Ordusunun, Büyük sonu
Öncelikle Atatürk’ün, henüz harp akademisindeyken tarihteki komutanların hayatlarını ve savaşlarını okuduğunu biliyoruz. Bunlardan birisi de hiç şüphesiz Napolyon’dur. Gazi’nin Napolyon’a karşı olan saygısını not defterlerinin birinde düştüğü şu paragraftan anlıyoruz;
- “Napolyon; yıldırımlardan müteşekkil bir meşimeden saha-i âleme düşmüş bir dâhidir. Hayatı top tüfek sadâlarıyla aks–i endâz bir sima... Kanlı derelere sahne-i cereyân olmuş bir zemîn ikbâl bulutlarına bir düşman ufuklar arasından geçti. Lâkin heyhat dünyada, en az devâm eden saâdettir. Bu parlak cihânın parlak güneşi olan o koca kumandanın Bahr-i muhîtin emvâc-ı siyahının müdhiş
darbeleri altında inleyen bir kara parçasında itmâm-ı enfâs ettiğini görmek ne mâtemi bir hâldir.”( Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI)
Napolyon’a bu kadar saygı duyan talebe Mustafa Kemal, onun yenilmezlik unvanını elinden alan, Rusya seferinden ne kadar etkilendiğini de düşünmek gerekir. Napolyon yeniden Kıta Sistemine dâhil etmek maksadı ile yaklaşık 600 bin kişilik bir orduyla Rusya seferine çıkmıştır. Rusların sistemli geri çekilme taktiğinin başarısı sonucu, Napolyon’un büyük ordusu imha edilmiş, kendisi de beraberinde ki 1500 asker ile savaşı bırakarak geri dönmüştür.(24 Haziran-30 Aralık 1812).Napolyon’un bu yenilgilisinin sebeplerinden en önemlisi; Anavatandan uzakta olan ordusunu ikmal edememesidir. Avrupa’da ki savaşlarda kullanmış olduğu savaş taktiği olan, düşman ülkesinde işgal ettiği yerlerde ordusunun eksiklerini tamamlayarak ivedi ve süratli hareketi, Rusların Moskova’yı yakması sonucu işlevselliğini koruyamamış, Napolyon’un birliklerine barınma ve yiyecek bulma imkânı tanımamıştı. Büyük komutanın Grande Armée’si i, Rus gönüllü birliklerinin, köylülerin ve soğuğunda yardımıyla yok edilmiştir. Napolyon’un bu savaşta, yarım milyona yakın savaşçısını kaybettiği söylenir.
Sürat Birlikleri
Açıklamak istediğim bir diğer konu ise, Mustafa Kemal’in kuvvetlerinin sayısına baktığımız zaman görüyoruz ki, sadece tek bir kalemde yunan ordusundan üstündür. Savaşın gidişatı ve sonucunda etkisi olan bu üstünlük; atlı birliklerdir. 26 ağustos 1922 günü “5.282 Türk süvarisine karşı 1300 Yunan süvarisi “.(Belgelerle Türk tarihi dergisi, Editions 28-31, Menteş Kitabevi, 1999, sayfa 35) savaşa sürülmüştür. Mustafa kemal bunu bilinçli olarak yaptığını düşünmek gerekir. Çünkü daha önce tutmuş olduğu 20 numaralı not defterinde
-"Süvari tabyası; Hareket kabiliyyeti ve ateş kuvvetine müstenîd olmalıdır (dayanmalıdır).-
-Süvâri muhârebeden evvel bir vâsıta-i müdâfaa, muhârebeden sonra bir vâsıta-i taarruzdur:
- Ateş, süvâri muhârebesinin belli başlı ve kat’i bir nişanesidir” (göstergesidir) Nisan 1922“(Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI.)
Almış olduğu bu notlar ile süvariler ile yapılan savaşları tetkik ettiği ve muharebedeki önemi hakkında fikirler edindiği bir gerçektir.
Büyük Taarruz öncesi yapılmış palana göre süvari birliğinin üstüne düşen görev;
"5.Süvari Kolordusu, üç süvari tümeniyle Çiğiltepe ile Toklusivrisi arasından Ahır dağlarını aşarak Yunanlıların batı kanadını kuşatacaktı (Türk İstiklal Harbi, 1968: 16)"Sabah saat 10.00’a doğru dağları aşarak düzlüğe inen üç tümenin harekâtı Yunanlıları şaşkına çevirdi (BAL, 2007: 206). Süvari Kolordusu, bir tümeni ile Kırka’ya ve Çiğiltepe gerisine taarruz etti. İki tümeni ile de Düzağaç ve Balmahmut’a gitti, Başkimse’de Yunan taarruzlarını püskürttü. İzmir-Afyonkarahisar demiryolunu tahrip etti, telgraf hatlarını kesti ve geceyi ovada geçirdi. Türk süvarilerinin bu hareketleri Yunanlılarda moral bozukluğuna ve korkuya yol açtı (GÖRGÜLÜ, 1992: 22)."
Görüldüğü üzere süvari kolordusunun asli görevlerinden biri de Yunan hatlarının gerisine sızarak ikmal yollarını kesmek böylece mühimmat ve erzak tedarik etmesini engellemektir.
Anadolu’da Ölümcül Yunan Uykusu
Büyük taarruz ile ilgili Türk ordusunun İmha planını anlatmadan önce Mustafa kemalin Yunanlılar hakkında ki düşüncelerini de öğrenmek gerekir.
Yine 18 numaralı not defterinden öğrendiğimize göre Atatürk ;
-“Ekâlliyetler servet ve sâmân içinde idi. Kardeş gibi geçiniyordu. Bunları câni yapan kimdir?”
Diyerek azınlıkların davranışlarını duygusal olarak anlamaya çalışırken,
-“Tarih, İngiltere Hükûmeti’nin böyle gülünç bir teşebbüse rapt-ı ümid etmesini (umut bağlamasını)hayretle kaydedecektir. ”Maskara bir kavmi, Türkiye’yi istilâ ettirerek cihangir yapmak”
-Tahribât, 3,5 sene evvel İngiliz Visamirali geldi, bizi iğfal etti. Yunanlılara teslim etti. Rıhtımda boğazlandı, zevkle seyretti “
-“Ölmez bu vatan. Batar Yunanistan “(Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI.)
Notları ile de Yunan askerlerine ve devletine, Türk ve Müslüman ahaliye yaptıklarından dolayı duyduğu kırgınlığını belli etmekteydi.
Mustafa Kemal İngilizlerin savaşa müdahalesini tehlikeli gördüğünden Yunan ordusuna yapacağı taarruz ve imha planı gizli tutmakta kararlıydı. Yapılan hazırlıklar büyük bir gayretle savaşın gerçek hamisi İngilizlerden saklanmaktaydı. Çünkü ;
“İngiliz gizli servisinin, ne yapıp yapıp, Büyük Millet Meclisi'nin içine kadar sızdığı, hatta gizli oturum tutanaklarının bile İngiltere’nin başkenti Londra'ya gönderildiği; gizli kalması gereken bilgileri saklamanın ne denli zor olduğu biliniyordu”(Sadi Borak, “Mustafa Kemal Büyük Taarruz Gününü Bürün Dünyadan Nasıl Gizli Tuttu?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.17, C.V1, Mart 1990).Yunan ordusu da cephe hattında adeta uyutulmaktaydı.
".... her gün başarıyla gelişen saldırılarımızı resmi bildirimlerle önemsiz savaşlarmış gibi gösteriyorduk. Amacımız durumu elden geldiğince düşmandan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunun tümünü yok edeceğimize inancımız vardı. Bunu anlayıp düşman ordusunun tümünü yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin yenin girişimlerine yol açmamayı uygun gördük".(a.g.e., s.494.).Olaylar gazetelerde taarruz basit çatışmalar gibi gösteriliyor; "Ağustos'a kadar yayınlanan haberler daha çok, çeşitli mıntıkalarda “keşif çatışması" olduğu biçimindedir. Özellikle de, Kocaeli, Sarayköy, Aydın mıntıkalarında ve Afyon cephesindeki çatışmalar halka sürekli duyurulmaktadır. (Hakimiyeti Milliye, "20,22,23,24,27 Ağustos 1922)."Ordunun saldırısını gizlemek için, gazetelerde Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bir çay ziyafeti vereceği belirtilirken; yine başka bir haberde de ordu birlikleri arasında futbol karşılaşması yapılacağı belirtiliyordu.(Türk Devrim Tarihi -1Doç.Dr. Kemal Arı Basım: 5 Basım)"
Yunan kuvvetlerinin taarruzdan hiç haberi olmadığını tam manası ile bir rehavet uykusunda olduğunu ise ;
“General Trikopis 25/26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’da düzenlenen bir baloya katılmış olması (BAL, 2007: 206) Ve "Yunan ordusu başkomutanı Hadzianesti taarruz haberini 26 ağustosta Yunanistan'dan vapura binerken öğrenmiş (incedayı,1341;215) olmasından anlıyoruz.
Planlanan Son
Mustafa Kemal Sakarya zaferinden sonra yapmayı tasarladığı imha planını, orduyu tertip ve mühimmat tedariği maksadı ile bir müddet daha bekletmiştir. Plan zaferden bir sene sonra, 26 Ağustos günü sabah saatlerinde, cehennemi andıran bir taarruz ile başlayacak ve bu sahne ilerleyen günlerde Yunan ordusunun düşeceği durumun da bir önsözü olacaktır.
Savaş esnasında Başkomutanın aklında tek bir şey vardır oda Yunan ordusunun imhası.
“Sabah karşı savaş yok edici bir Topçu ateşiyle başlayacaktı. “Gazi’nin yaveri Muzaffer Bey yanına gelerek, topçuların elinde bulunan cephanenin miktarı hakkında bilgi vermeye başladı. Plana göre, saldırıda önce Türk topçusunun düşman mevzilerini bombardıman etmesi tasarlanmıştı. Eldeki sınırlı cephane ile Türk topçusu saldırı başladığında üç dört saat boyunca sürekli ateş edebilecekti”. .(Türk Devrim Tarihi -1Doç.Dr. Kemal Arı Basım: 5 Basım) yine Mustafa Kemal in yaveri olayı "Topçularımız tesir ateşine geçiyorlar. Şarapnellerin yerini ihtiraklı tane ve tahrip mermileri almaktadır. Piyademiz siperlere yaklaşmak üzere. Düşman topçusu mânia ateşine başlıyor. Topçularımız tahrip ateşiyle düşman tahkimatını havaya uçuruyor. Kalecik sivrisi yanmaktadır. Fakat topçularımızda bir endişe... Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir. Bir aralık cephane vaziyetini soran Başkumandan da, aldığı cevaptan üzüntülü... Büyük bir soğukkanlılıkla emrediyor: - Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecektir! "-"Cephane ikmâlimizi düşmandan yapacağız (ATATÜRK'ÜN YAVERİ MUZAFFER KILIÇ'IN 30 AĞUSTOS ZAFERİNE AİT HATIRALAR) diye anlatmaktadır.
Düşmanın arkasına sızan Türk süvarileri Yunan ordusuna korku salarken aynı zamanda takviye ve ikmal denemelerinin önüne geçiyordu.30 ağustosta Türk ordusunun hücumları ile eriyen kılıç artıkları geri çekilmeye başlayınca
"30 Ağustos 1922 günü, Batı Cephesi Komutanı’nın, saat 06.00’da ordulara gönderdiği emirde şöyle deniyordu: Orduların görevi; Aslıhanlar Meydan Savaşı’nın bütün kuvvetleriyle ve hızla sonuçlandırılması, Dumlupınar’ın çabucak düşürülerek düşman çekilme yollarının tamamen kesilmesi ve İzmir doğrultusunda kovalamanın aralıksız sürdürülerek kurtulmuş olması umulan dağınık düşman kollarının da savaşa ve teslime zorlanmasıdır”.(MAHMUT GOLOĞLUMİLLİ MÜCADELE TARİHİ – IV CUMHURİYETE DOĞRU (1921-1922)© Türkiye iş bankası kültür yayınları 2006)
Düşmanı, takip ve imhanın devam edeceğini Türk uçağının attığı Rumca şu bildiriden öğreniyoruz "Yorgunluktan bitap kalan Yunan askerleri her yerde teslim oluyor. Her tarafınız sarılmıştır, kaçamayacaksınız.” (Hakimiyet-i Milliye, "Zalim Kumandan ve Asker) .... , (4.9. i922).
“Aman vermeyen takip sonucu Türk piyadeleri de Süvarilerle beraber aynı gün İzmir’e girdiler. Böylece Türk birlikleri muharebe ederek her gün ortalama 50 km. yaklaşık olarak toplam 450 km. ilerlemiş oldu. Böylece Türk ordusu, 14 Ağustos’tan beri her gün yürüyüş yapmış ve 5 gün muharebe etmiştir.”(Dr. Selman YAŞAR Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü. Kaynak: Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:10 Sayı:2 Ağustos 2008)
Yukarda anlattığım başlıklardan yola çıkarak, Büyük taarruzu tekrar kurgulayacak olursak; Mustafa Kemal Yunan ordusunu, Napolyon’un ordusuna karşı savaşan Ruslar gibi, önce Anadolu’nun içlerine doğru çekmiş, Napolyon’un düşmüş olduğu tuzağı uygulayarak, onları ana ikmal merkezlerinden uzaklaştırmıştır. Savaş esnasında da Yunan ordusunun kullandığı ikmal merkezlerini vurarak orduyu yiyecek ve mühimmattan yoksun bırakmıştır. Bundan sonra planın ikinci kısmına geçen Başkomutan Mustafa Kemal, bu sefer kendisinden överek bahsettiği Napolyon’un savaş taktiğini kullanmış, süratli manevralar ile askerin ikmalini savaş meydanından yaparak, Yunan ordusunu 15 gün içinde yok etmiştir.
Atatürk vefat ettiği ve konu ile ilgili henüz bilinen bir kaydı olmadığı için sonuç bölümü sadece bir kurgudan ileri gitmeyecektir. Fakat savaş anlattığım şekilde gelişmiş olsa bile, bu Mustafa Kemal’in dahi bir komutan olduğunun ispatıdır. Daha önce sadece kitaplardan okuduğu bir savaş planını almış ve 110 yıl sonra cephede uygulamıştır. Çünkü dahi komutanlar sadece fikir üretmez, daha önceden var olmuş fikirleri de kendi bulundukları çağa uygulayabilirler. Aynı Durum onlardan yıllar önce yaşamış başka bir dahi komutan Fatih’in, Umur Bey’in savaş taktiğini İstanbul’un fethinde kullanmasına benzetilebilir. Umur Bey Fatihten 115 yıl önce
“ 300 gemiden oluşan donanmasını karadan çekerek Mora girişindeki Germe Hisarı’na; dönüşte de Germe yakınında tekrar karadan geçerek İzmir’e ulaştıkları 1465 tarihli “Düstürname-i Enveri” adlı eserde anlatılmıştır”. (Konstatine Zhukov, Pîrî Reîs’in “Kitâb-ı Bahriye’si Işığında Umur Paşa Destanı, Tar. İnc.Der., Cil 22, Sayı 1,)
Mustafa Kemal Dumlupınar'da, Meçhul Asker Anıtı'nın temel atma töreninde konuşma yaparken; Büyük Taarruzu, savaştan tam iki sene sonra şu kelimler ile özetleyecektir;
….Akçaşar’da birinci ordu merkezine saat 9’dan önce varmıştım. Ordu komutanına bir taraftan cephenin yazılı emri emanet edilirken, ben de kendisine sözlü olarak durumu anlattım ve dördüncü kolordunun bütün tümenleriyle birlikte şiddetle, işte bu köyün, Çal Köyü’nün batısındaki düşmanın büyük kısmını kuşatacak şekilde savaşa zorlamasını emrettim.
Ve ekledim ki, düşman ordusu mutlaka yok edilecektir…
Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş alanlarına, süngü saldırılarıyla girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi. Bunun için bütün ordunun büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını sarsmasını istiyordum...
… On birinci tümenin kahraman komutanı Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu. Kolordu Komutanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer tümenlerine yeniden şiddetli ve hızlı hareketler için emirlerini ulaştırıyordu. İkinci Ordunun on altıncı ve altmış beşinci tümenleri düşmanla gerçek savaşa girişiyorlar, diğer tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı. Bunları görüyordum. Atlı kolumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren atlı subay söylemişti…
Arkadaşlar!
Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir bakiyetüssüyuf (kılıç artığı) bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu…( Hakimiyet-i Milliye,: 31.08.1924)
Ali Kaya… Temmuz 2015
Hiç yorum yok