Son Yayınlar

Bir Rus'un Gözünden Kürtler

 

Bir Rus'un Gözünden Kürtler


K. Mikeşin’in Makalesi ve Beş Ünlü Rus Akademisyenin, Kürtçeye de Çevirdiğim Mektubundan:

Başgedikler Savaşı’ndan sonra birçok Türk esir, Rusya’nın çeşitli şehirlerine, yaklaşık 100 Kürt esir de Roslavl şehrine yerleştirildi.

Bir tanıdığım Roslavl şehrinden bana şunları yazdı:

"Görmelisin, bu zavallı insanlar ne perişan halde getirildiler şehrimize. Çoğu Kürt’tü. Dicle Nehri'nin doğusunda yaşayan kadim Asur ülkesinin sakinleridirler. Başlarındaki sarıkları ve elbiseleri lime limeydi, tenleri kara ya çalıyordu. Kürtler kendi hallerinde insanlara benziyorlardı, Babıali’nin askerlerine benzemiyorlardı. Onlara ayrı bir ev tahsis edilmişti. Orada doğu halklarına özgü bir yöntemle, kurumuş ot yığınlarını yere serip üzerinde oturuyorlardı. Geldiklerinden üç gün sonra yanlarına gittim ve birçoğu ile tanıştım. Kürtlerin çoğu boylu poslu, geniş omuzlu ve ince bellidirler. Sima ve tenleri kusursuzdur. Hatta çoğu güler yüzlü ve cana yakındır.

İnanır mısın, her Kürt’ün sol omzunda bir muska vardı. Bunu savaşta ölmesinler diye takıyorlar. Bir Kürt bana dedi ki: “Bir Türk bu muska karşılığında bana 800 piyastır verdi; ama vermedim ve ona yaşam paradan daha değerlidir dedim.” Birçoğunun yanında Kur’an bulunuyordu. Meşin bir cilt içine koyup boyunlarına asmışlardı. Krilov’un kitabının baskısını andıran Kur’an, mini bir kitap halindeydi, kapağı rengarenkti ve üzerine altın sarısı harflerle Muhammed’in kanunları nakşedilmişti. Her Kürt, Kur’an’ı kılıfından çıkarıp sarı sayfalarını çevirmeden önce birkaç kez öpüp başına koyuyordu. Özellikle altın sarısı harflerle nakşedilen “Muhammed”in dudak ve gözlerini öpüyorlardı. Ayrıca her birinin yanında tespih bulunuyordu. Sohbete katılmayan her Kürt ara vermeden tespihini çekip yavaşça dua ediyordu.

Bahar da kar eridikten sonra esir Kürtler tek tek dışarı çıkıp müzik eşliğinde balalaykaya benzer bir dansa eşlik ediyorlardı. Kol kola girip halaya katılıp müziğin ritmine göre ileri geri adım atıyorlardı. İki adım ilerleyip sonra ansızın zıplıyorlardı. Ne diyebilirim, nasıl izah edeyim bilmiyorum ki? Dans izah edilip yazılamaz; insan gözleriyle görmeli. Yazı o ritmik hareketleri, estetik, titreklik ve kıvrak figürleri ifade edemez. Ayrıca Ortadoğu halklarının dansları içinde “pa” var ki Avrupa dans terimleri ile izah edilemez.

Onlar “Çixar” oynadıklarında ben hayranlıkla izliyordum. Kürtlerden biri elini göğsüne koyup meydanda öylece duruyordu. Geriye kalan elliye yakın kişi hızla gelerek üzerinden atlıyordu. O yüksek boyuyla orada dururken diğerlerinden bir tekinin bile atlarken şaşırdığına tanık olmadım. Bu oyun sayesinde insan her Kürt’ün marifetlerini, çevikliğini ve kıvraklığını sezebilir.

Yazın hepsi temiz havada güneşleniyordu. Evlerinin önünde veya ayaklarını pencereden sarkıtıp öylece oturuyorlardı. Bazen güneş iyice yakmaya başladığında, iki-üç adam gözlerini yumup saatlerce hareketsiz bir vaziyette yerde oturuyordu. Gülen yüzleri ve yanık tenleri ile güneşe yönelerek hareketsiz durduklarında, bu kendinden geçmiş halleri ile her şeyi unutuyorlarmış gibi bir his uyandırırlardı insanda. Esir Kürtler arasında birkaç tane Türk de vardı. Esirken de hayattan zevk almak hoş bir şey olsa gerek.

Esirler serbestçe ovaya inip akşama kadar otlakların içinde dolaşıyor ya da ırmağın kenarına gidip ayaklarını suya sokup kederle uzak oldukları vatanlarından uzun uzadıya söz ediyorlardı. Kim zaman da yakında bulunan gölde yüzüp çiçeklerle dönüyorlardı geziden. Çok ilginçtir; Kürtler karışık çiçeklerden buket yapmazlar, tek çeşit çiçeği buket yaparlar. Çiçek buketini bir sopanın ucuna bağlarlar. Kürtlerin çiçeklere gösterdiği bu aşırı ilgi kuzey halklarında ender görülür. Gül, onlar için kutsal bir çiçektir adeta. İnanışlarına göre Muhammed’den önce güller kokusuzdu. Bir gün Muhammed bahçesinde bir gül ağacının dibinde dertli ve kederli düşünürken, yaşamın bunca gam ve kederine dayanamayıp ağlamış. Gözlerinden akan yaşlar bu gül ağacını sulamış. İşte o zamandan sonra güller kokmaya başlamış.

Kürtler Tanrı’ya inanır ve çalışmayı sever. Güneş doğmadan önce uyanıp abdest alırlar. Namaz vaktinde sadece dua etmekle meşguldürler. Hiçbir iş onları Tanrı’ya ibadet etmekten alıkoyamaz. Az uyurlar. Uykuyu günah sayarlar, hayırlı işler yapmak, çalışmak ve ibadet etmek yerine uykuyu tercih edenler makbul sayılmaz onların nazarında. Uykuyu, kayıp bir zaman olarak değerlendirirler. Kürt az yer. Günlük olarak aldıkları 9 kopeğin üçte birini tütüne, geri kalanlarını da süt ve beyaz ekmeğe verip böylece karınlarını doyururlar. Mevcut durumlarına rağmen eli açıktırlar; hiçbir zaman kimseyi geri çevirmezler. Acıkan birini gördüklerinde, eğer ellerinde ekmek, kalaç ya da bulkı varsa tamamını ona veriyorlar. Bayram günlerinde Kürtler kötü durumda olanları sofralarına davet ederek onları baş köşeye oturtuyorlar.

Kürtlerin, çarşıdan satın aldıkları ve daha tadına bile bakmadıkları elmaları yolda karşılaştıkları fakirlere dağıttığına birçok kez tanık oldum. Bir kez bir Kürt’ün evinde oturuyordum; bir dilenci bana yanaşıp dilenmeye başladı. Ona mutfağın yolunu gösterip, “Oraya git, seni doyururlar” dedim. Kürt bana tuhaf tuhaf bakıp sordu: “Yanında para var mı?” Yanımda bozuk para olmadığını söyleyince, hemen alelacele elini kesesine koyup bir bozukluk çıkarıp dilenciye çaktırmadan bana uzattı ve “Al, ver şunu…” dedi. Dilenci gittikten sonra bana az önceki hareketini şöyle yorumladı: “Eğer bir insan senden bir şey dilenirse, ona kendi ellerinle yardım etmelisin, onu başkasına yollamak bizim geleneklerimizde yoktur.”

Kaç kez tanık olmuşumdur… Yolda kadının biri elinde su kovası gidiyor, Kürt hemen koşup elinden su kovasını alıp evine bırakıyor ve karşılığında hiçbir şey istemiyor.

Yazın gelişi ile birlikte, tarla işleri çıkınca, Kürtler ekin biçmeye başladılar. Kürtlerin yerli tırpancılardan çok daha (her Kürt, üç yerli kadar ekin biçiyordu) iyi çalıştığını gören bizimkiler günlük ücretlerini iki katına çıkardılar.

Kısa bir süre sonra Kürtler parlak kırmızı, simle işlenmiş ve altın sarısı iğneleri olan yeni işliklerini giymeye, “kolos” adındaki Kürtlere özgü mavi ipeğimsi fesler takmaya başladılar. Yazın sonlarında artık giysileri temiz ve muntazamdı. Kazandıklarıyla kumaş ve giysi satın alıyorlardı. Tüm davranışlarının ustaca ve şuurluca olduğunu belirtmem gerek. Yıl boyunca çok dikkatli izledim onları; Kürtler barışık ve uyumlu yaşıyorlardı. En çok süren küskünlükleri bile bir günü geçmiyordu. Onlar, “Küskünlük bir günü geçmemeli… günahtır… yoksa gözler akar” der. Bir başka deyişle, Kürtlerde “feodal gurur yaygındır”.......

K. MİKEŞİN
S. Petersburg, 8 Ekim

Svernaya Pçela, 1855, sayı 283, sayfa 27-31

Celîlê Celîl
Kürt Halk Tarihinden
13 İlginç Yaprak
Kürtçeden çeviren: Hasan Kaya


Hiç yorum yok