Son Yayınlar

CAHİLİYE DÖNEMİNDE KUREYŞ KABİLESİ’NİN PUTLARI

 

CAHİLİYE DÖNEMİ


İslami kaynaklar putperestliğin yabancı kaynaklı olduğunu belirtmektedirler.22 Paganizmin oldukça yaygın olduğu Araplar arasında çeşitli şekillerde pek çok put mevcuttu.23 Zamanla tefekkür ve araştırmayı terk eden Araplar, yaratıcının heybeti karşısında ona ancak bazı aracılar vasıtasıyla yaklaşabileceklerini düşünmüş olmalılar ki, esnâm, evsân ve ensâb denilen putlar, heykeller, dikili taşlar gibi nesnelere taparak Yüce Allah’a yaklaşmaya çalışmış ve kendilerine şefaat edeceklerine inanmışlardır. Kur’an, Arapların putperestliği hakkında: “...Onlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz (diyorlar)...” (Zümer, 39/3) ifadesine yer vererek Arapların putlara tapınmalarının esas nedeninin kendilerini Yüce Allah’a yaklaştırmak istemelerinden ibaret olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla burada putlar birer şefaatçi/kurtarıcı veya yardımcı olarak kabul edilmektedirler. Kur’ân’da Tâif’teki Lât, Nahle’deki Uzza ve Mekke-Yesrib/Medine yolundaki Kudeyd’de bulunan Menât adlı putlardan söz edilmektedir (Necm, 53/19). Ayrıca Kur’ân Hz. Nûh’un kavminin putları olarak bildiğimiz Vedd, Suva, Yeğus, Ye‘uk ve Nesr adlı putlardan söz eder (Nûh, 71/23).

22 Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Murûcu’z-Zeheb, (Beyrut, 1965), II: 145-146. 

23 Balcı, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, 60-68.

Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta, bizzat Kâbe’nin avlusunda yer almalarına ve Kureyş’in en önemli putu olmalarına rağmen Hübel, İsaf ve Naile putlarından söz edilmemesidir.24 Arapların kabileci bir anlayışa sahip olmaları, her kabilenin dinini kendisine özgü hale getirmesine neden olmuştur. Genelde her kabilenin saygı duyduğu Kâbe’nin içerisinde kabileleri simgeleyen putlar da mevcuttu. Bu putların Kâbe’nin içerisine konulmasının esas gayesi Yüce Allah’a daha yakın olma gayreti idi. Çünkü burada putları bulunan kabileler kendilerini bir nevi ayrıcalıklı görüyor ve ibadet ettiklerini düşünüyorlardı. Bu putların yanı sıra bedevî Araplar da beraberlerinde götürebilecekleri veya gezdikleri yerlerde tapınabilecekleri putlar edinmekteydi.25 Arapların putları için kullandıkları bir takım isimleri mevcuttu. Çadırlarının önüne ibadet için yerleştirdikleri put, çoğulu ensâb olan en-nasbdı. Dağlardaki çeşitli şekil ve renkteki taşlar için kullandıkları isimse, çoğulu evsân olan el-vesendi. Yine çoğulu el-esnâm olan sanem de altın, gümüş, bakır, ağaç gibi maden veya maddelerden insan suretinde yaptıkları putlara verdikleri isimdi.26 Kureyş’in putları, Kâbe’nin içerisinde ve çevresinde bulunuyordu. Kâbe içinde sayısı 360’ı bulduğu rivayet edilen putların en büyüğü olan Hubel’di. Hubel, Kureyş’in en önemli putu olarak gösterilir. Bazı Batılı kaynaklara göre Hubel ay tanrısının sembolü idi. Nabat kitâbelerinde Zûşerâ (dağ tanrısı) ve Menât (Menato) ile birlikte Hubel adına da rastlanması, Kelb kabilesinde Hubel kelimesiyle soy ve şahıs isimlerinin yapılmış olması, bu putun başlangıçta Kuzey Arabistan tanrılarından olduğunu göstermekte ve Mekke’ye dışarıdan getirildiği yolundaki rivayetleri desteklemektedir.27 İnsan şeklinde, kırmızı akik taşından yapılmış, kırılan sağ elinin yerine altın bir el takılmıştı. Bu putu Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar dikmişti ve bu sebeple ona Huzeyme’nin Hubel’i denilirdi. Araplar bir işe başlayacakları zaman o işin doğru olup olmadığını tespit etmek maksadıyla Hubel putunun önüne gelir ve ezlâm28 adı verilen fal okları çekerlerdi.29 , Oklardan birincisinde “sarih (açık)”, ikincisinde “mulsak (açık değil)” yazılıydı. Yeni doğan bir çocuğun nesebinden şüphelendiklerinde Hubel’e bir hediye sunarlar ve sonra fal oku çekerlerdi. Eğer sarih çıkarsa çocuğu kabul ederler, mulsak çıkarsa reddederlerdi. Bu oklardan biri ölüm,

24 Balcı, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, 60. 

25 Demircan, Cahiliye Arapları, 70-71. 

26 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 33, 42-43, 51; Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2003), 154-155. 

27 Mustafa Çağrıcı, “Arap”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 1991), 3: 319. 

28 Arap tarihçileri ezlâmı iki ana başlıkta ele alırlar. Bunların birincisi sayısına ve bulunduğu kimselere göre ikiye ayrılan fal oklarıdır. a) Üçlü fal okları. Herkesin yanında taşıdığı üç okun birinde, “Rabbim bana emretti” veya “yap”; diğerinde, “Rabbim bana yasak etti” yahut “yapma” diye yazılır, üçüncüsünde ise yazı bulunmaz ve çekilen kısmette ne çıkarsa ona göre hareket edilirdi. Eğer yazısız ok isabet ederse kısmet çekme işlemi tekrarlanırdı. b) Yedili fal okları. Kâbe’nin içindeki Hubel adlı putun yanında veya kâhinlerle hâkimlerin nezdinde bulunan ve her biri üzerinde “evet”, “hayır”, “sizden”, “başkasından”, “açık değil”, “diyet”, “su” ifadelerinden biri yazılmış olan yedi ok bir işi yapmak veya yapmamak, nesebi şüpheli görülen bir çocuğun babasını belirlemek, öldürülen kimsenin diyetini ödetmek, su kuyusu açmak, evlenmek gibi değişik maksatlarla kullanılırdı. Bu işlerden biriyle ilgili olarak kısmetini tayin etmek isteyen kişi hediyelerle birlikte Kâbe’nin hizmetçisine yahut yedi oku bulunan kâhinlere gider, kısmet çektirir, çıkan sonucun putların iradesine uygun olduğuna inanır ve ona göre hareket ederdi. İkincisi ise kumar oklarıydı. On oktan oluşan ve bir tür piyango çekilişine benzeyen bu okların üçü boş bırakılır, yedisine birden yediye kadar hisseler takdir edilip yazılırdı. On kişi arasında yapılan çekilişte boş okları çekenler ortaya konan maldan pay alamadıkları gibi kumara konu teşkil eden malın parasını da öderlerdi. Bu tür oklar daha çok bir deveyi kesip etini çeşitli hisselere ayırmak suretiyle oynanan kumarda kullanılırdı. Mustafa Öz, “Ezlâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 1995), 12: 67. 

29 Demircan, Cahiliye Arapları, 71.

 diğeri evlilikle ilgiliyken diğer üçünün hangi iş için olduğunu bilemiyoruz.30 Araplar bir konuda anlaşmazlığa düştüklerinde, bir yolculuğa veya ticarete niyetlendiklerinde Hubel’e gelirler ve fal oklarıyla karar verirlerdi. Yine onlar bir yolculuğa çıkarken, ticari bir faaliyette bulunurken, bir su kuyusu açmaya karar verirken, bir yolculuğa çıkarken, savaşa giderken veya kendilerine göre önemli kabul ettikleri kumar oynayacakları zaman bile fal oklarını kullanmışlardır.31 Kaynaklarda Rasûlullah’ın dedesi Abdulmuttalib’in bir adağından bahsedilir. O, on oğlu olursa içlerinden birini kurban edeceğini söylemiş, bu arzusu gerçekleşince hangisini kurban edeceğini tespit için fal oklarına başvurmuştu. Çocuklardan her biri kendi isimleriyle yazılı birer oku, ok çeken adama verdiler. Adam oku çekti. Evet çıkan ok küçük oğlu Abdullah’a çıktı ve Abdulmuttalib, oğlu Abdullah’ı kurban etmek istedi; fakat buna gönlü razı değildi. Kureyşliler araya girerek Abdulmuttalib’e Hayber’deki kâhine kadına gitmesini tavsiye ettiler. Bu kâhine onu kesmesini emrederse kesecek, başka bir uygulamaya işaret ederse ona göre davranacaktı. Abdulmuttalib, başından geçenleri kadına anlatınca kadın: “Siz de diyetin miktarı nedir?” diye sordu. O da, “on deve” dedi. Kadın: “öyleyse yurdunuza dönün adak edilen adamla on deve arasında fal oku çelin. Ok adama çıkarsa Rabbiniz razı oluncaya kadar develerin sayısını onar onar artırarak ok çekmeye devam edin. Ok develere çıkınca onları adamın diyeti olarak kurban edin. Böylece Rabbiniz razı adamınız da kurtulmuş olur” dedi. Abdulmuttalib, Mekke’ye dönünce ok çeken adamın yanına gitti. Çekilen ilk ok yine Abdullah’a çıktı. Develer on daha artırıldı. Kura yine Abdullah’a çıktı. Kura Abdullah’a çıktıkça onar onar arttı. Develerin sayısı yüz olunca kura develere çıktı. Dolayısıyla Abdulmuttalib develeri kurban etti ve oğlunu fidye karşılığı kurtarmış oldu.32 Arapların taptıkları sadece Hubel değildi. Arap yarımadasında bir şekle getirilmiş veya getirilmemiş taşlar, ağaçlar ve evler şeklinde olan putlar oldukça yaygındı. İslâm öncesi dönemde Kâbe’nin içinde ve çevresinde Araplara ait yaklaşık 360 put bulunuyordu. Bununla birlikte Mekke’de her ailenin evinde bir put vardı. Bir kabileye ait olan puta, başka kabile mensuplarıda tazimde bulunabiliyordu.33 Arapların taptığı putların en önde gelenleri Lât, Uzzâ ve Menât idi. Sakîf kabilesinin putu olan Lât, Tâif’te bulunuyordu. Dört köşe bir kaya parçasından ibaret olup saygınlığı Menât’tan sonra gelirdi. Kureyş halkı ve bütün Araplar ona saygı gösterirdi. Kureyş’in en büyük putu Uzzâ idi. Mekke’den Irak’a çıkışta sağda Hûrâz isimli vadide bulunuyordu. Kureyşliler onu ziyaret eder, ona hediyeler sunar ve yanında kurban keserlerdi. Câhiliye Arapları aynı zamanda bu üç putun Allah’ın kızları olduğuna inanırlardı. Menât ise bu putların en eskisi olup Mekke ile Medine arasında Müşellel yöresinde Kudeyd’e yakın bir yerdeydi. Evs ve Hazrec kabileleriyle Medine halkından onlara tâbi olanların putuydu. Putların Kâbe’de bulunmasının nedenine gelince, Kureyş kabilesi, diğer Arap kabilelerinin hac mevsiminde Mekke’ye gelmelerini düşünerek istifade ve teşvik için kabilelerin meşhur putlarını Kâbe’nin etrafına diktirmişti.34 İslâm öncesi Arap toplumunda Menât ve Uzzâ ile birlikte Lât en çok saygı gören putlardandı. Lât, Semûd kavminin soyundan gelen Sakîflilerin putu idi ve Mekke’den tapınağının bulunduğu Tâif’e, el-Batrâ’dan (Petra) Hîre’ye, Halep’ten Tedmür’e (Palmira) kadar Yakındoğu coğrafyasının her yerinde kendisine saygı gösteriliyordu. En ilkel şekliyle Hicaz’da bulunan Lât sadece, altında hediyelerin muhafaza edildiği bir çukur bulunan dört köşe, nakışlı, beyaz bir

30 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 34. 

31 Öz, “Ezlâm”, 67. 

32 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 36; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I: 89. 

33 Balcı, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, 61. 

34 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 9-60; Ahmet Güç, “Put”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 2007), 34: 365.

kaya parçası şeklinde tasvir ediliyordu. Kureyş’le birlikte bütün Arapların saygı gösterdiği Lât’a ait Hicaz’ın değişik yerlerinde sunaklar mevcuttu; bunlardan biri de Nahle’de bulunuyordu. Sakîflilerin her seferden dönüşte öncelikle ziyaret ettikleri bu mabede gelenler sadece kurban takdimiyle yetinmiyor, onun etrafında tavaf da yapıyorlardı. Lât’ın Tâif’teki önemi, sunağının bulunduğu bu şehrin ekonomik ve turistik cazibesinden kaynaklanıyordu. Uzzâteyn (iki Uzzâ) diye adlandırılan Lât ve Menât, eskiliklerine rağmen Arapların en önemli putları olan Uzzâ’nın kızları olarak kabul edilmişti. Lât’ın sunağı Hz. Peygamber’in emriyle yıkılmış, bu sırada başlarına bir felâket gelmesinden kaygılanan Sakîfliler yıkım işini korku içinde izlemişler, adeta kadınlar örtülerini yırtarak dövünmüşlerdi.35 Kur’ân-ı Kerîm’de Lât ismi Uzzâ ve Menât ile birlikte anılmaktadır (en-Necm 53/19-20). İslâm’ın ortaya çıktığı dönemlerde Sakîf kabilesinin putu olarak bilinen Lât, Arapların en eski mâbudlarından olup güneşi temsil eden bir tanrıça sayılıyordu.36 İlâh manasında kullanılan Lât’ın, meteor kayasından olduğu dile getirilmiştir.37 Bu putların en eskisi Menat’tı. O, kaza ve kader ilâhı, özellikle ölümü takdir ilâhı idi. Araplar çocuklarını “Abd-u Menat”, “Zeyd-u Menat” diye isimlendirirlerdi. Menât, Araplar’ın taptıkları putların en eskisiydi ve bütün Araplar ona saygı gösteriyordu.38 Bu put, Mekke ile Medine arasında Kudeyd’e yakın, Medine’ye 15 km. mesafedeki Müşellel denilen yerde deniz kenarında Hüzeyl kabilesine ait siyah bir kaya idi. Burada Menât’a ait bir ev, hediyelerin konulduğu bir oda ve bekçi vardı. Ezd, Evs ve Hazrec kabile mensupları ona taparlardı.39 Bu putlardan Uzzâ ise, Menât ve Lât’dan daha yenidir. Mekke’den Tâif’e giderken Nahle vadisinde yolun sağında küçük bir ağaçlıkta dikiliydi. Câhiliye döneminin önde gelen putlarından Uzzâ’ya Lât ve Menât’la birlikte Allah’ın kızları ve aracıları olarak tapınılmıştır. Aynı şekilde Kureyş ve diğer Araplar buna da çok saygı gösterir, çocuklarını “Abdu’l-Uzza” diye isimlendirirlerdi.40 İbnü’l-Kelbî’nin verdiği bilgiye göre özellikle Kureyş kabilesi mensupları tarafından saygı gösterilen bu putlara Kâbe’yi tavaf sırasında şu şekilde dua edilirdi: “el-Lât, elUzzâ ve diğer üçüncüsü Menât hürmetine; çünkü bu üçü yüce kuğulardır ve şüphesiz şefaatleri umulan varlıklardır”41 İslâm kaynaklarında Uzzâ kültünün iki ayrı zamanda ortadan kaldırıldığına dair rivayetler vardır.42 Bu rivayetlerden birine göre Mekke’nin fethi sırasında Hz. Peygamber’in görevlendirdiği Hâlid b. Velîd, Nahle’ye gidip söz konusu üç ağacı kesmeye başlamış, üçüncü ağaca geldiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla (kadın biçimindeki şeytan) karşılaşmış, onun başını kopardıktan sonra üçüncü ağacı da kesmiş ve ardından mâbed görevlisi Dübeyye es-Sülemî’yi de öldürmüştür. Böylece Uzzâ tapınmasına son verilmiştir.43 Kureyşliler, Kâbe’yi tavaf ederken “Lat hakkı için, Uzza hakkı için, diğer üçüncüleri Menat hakkı için. Onlar yüksek kuğulardır. Her halükarda şefaatları umulur”, “Onlar Allah’ın kızlarıdır. O’nun katında şefaat ederler.” gibi ifadeler kullanarak putlarının kendilerine şefaat edeceğine,

35 Tevfik Fehd, “Lât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 2003), 27: 108. 

36 Çağrıcı, “Arap”, 3: 318. 

37 Günaltay, İslam Öncesi Araplar, 74. 

38 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 29-30. 

39 Fehd, “Menât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 2004), 29: 122. 

40 Çağrıcı, “Arap”, 3: 319-320. 

41 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 19. 

42 Şevket Yavuz, “Uzzâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul 2012), 42: 268-269. 

43 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 25-26.

Yüce Allah katında yardımcı bir rol oynayacaklarına inanırlardı.44 Oysa onların bu yanılgılarına karşın Yüce Allah Necm sûresinde şöyle diyor: “Siz de gördünüz değil mi? Lat’ı Uzza’yı ve Üçüncü olarak da öteki Menat’ı. Size erkek ona dişi öyle mi? Bu öyleyse ne insafsızca bir taksim! Onlar, sizin ve babalarınızın (Tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir.” (Necm, 53/19-23). Câhiliye döneminin üçlü yıldız-tanrılar sisteminin üçüncüsü olan Zühre Yıldızı, Aster veya Işter adı verilen tanrıdır. Güney Arapları onu erkek sayarken kuzeydekiler dişi olduğunu kabul etmişlerdir. Asurlular, Bâbilliler, Ken‘ânîler, İbrânîler ve Habeşler gibi kavimlere ait metinlerde Aster, Aşter, Atar gibi ifadeler kullanılmıştır. Eski Arap kitâbelerinde görülen Ümmü Aster, Ebû Aster gibi ifadelerde bu tanrıya saygı dile getirilmiştir. Araplarda bu üç gök cisminin dışında Süreyyâ, Merih, Süheyl, Utârid (Merkür), Aslan ve Zühal gibi başka yıldızlar da takdis edilmiştir. Kur’an’da Necm sûresinin 49. Âyetinde zikredilen bu yıldıza ilk tapan ve böylece Kureyş’in putperestlik anlayışına ilk muhalefet eden kişinin Ebû Kebşe lakabıyla tanınan Cüz’ (veya Vecz) b. Gâlib b. Âmir el-Huzâî olduğu söylenir.45 Kaynaklardaki bu bilgilerin zenginliği, Câhiliye döneminde putperestliğin çok yaygın olduğunu göstermektedir. Kelbî’nin belirttiğine göre Câhiliye döneminde Mekke’de her evde tapınılan bir put vardı.46 Bu putlardan, yukarıda bir kısmına işaret edilen ve güney Arabistandaki ay, güneş ve Zühre yıldızını temsilen tanrı edinilmiş olanlar dışında kalanların başlıcaları şunlardı: Putperest Arapların putlarından biri de Yenbû‘’da bulunan Suva idi. Bunun hizmet ve bakıcılığını Benû Lihyân kabilesi yürütüyordu. Kelb kabilesi Dûmetu’l-Cendel’de Vedd putunu; Mezhic kabilesi Cureş’te Yağûs putunu; Hemdan kabilesinin bir kolu olan Benû Hayvân da Yauk putunu; Himyerîler ise Nesr putunu benimsemişlerdi.47 Kur’an-ı Kerim’de Nuh kavminin bu putlara taptığı şöyle zikredilir: “Nuh, Rabbine dönerek ‘Rabbim’ dedi. ‘Onlar bana karşı geldiler de malı, çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan şımarık gururlu bir adama uydular. Büyük büyük tuzaklar kurdular’. Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın. Ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yağus’u, ne Nesr’i ve ne de Yauk’u bırakın.” (Nûh, 71/21-24). Böylece Arapların taptıkları büyük putlara ve bulundukları yerlere işaret etmiş olduk. Medine yakınında oturan Hüzeyl kabilesinin putu olan ve Kur’ân-ı Kerim’de Yeûk, Yeğûs ve Nesr ile birlikte Hz. Nûh’un çağdaşlarının taptığı putlar arasında gösterilen (Nûh, 71/23) Suvâ‘ kadın sûretinde bir puttu. Aslan görünümünde bir put olup “yardımcı” anlamına gelen Yeğûs, Yemen’deki Mezhic ve Cüreş kabilelerinin putu idi. Bazı tarihçiler Mısır tanrıları arasında Tağnût adlı aslan şeklinde bir putun bulunduğundan hareketle Yeğûs inancının buradan gelmiş olabileceğini belirtirler. “Koruyucu” anlamına gelen Yeûk, at şeklinde bir put olup Hayvân adlı bir köyde bulunuyordu. Sebe’nin Belha‘ yöresinde yaşayan Himyerîler’in Yahudiliği kabul etmelerinden önceki putları olan Nesr (akbaba), Hicaz’ın bazı yörelerinde de bilinmekte ve ona tapılmaktaydı.48 Bir put veya tapınak edinmek Câhiliye Araplarının en temel amaçlarındandı. Bir puta veya bir tapınağa gücü yetmeyenler Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önüne beğendiği bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi o taşın çevresini dolaşırdı.49 Göçebeler de konakladıkları

44 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 46. 

45 Çağrıcı, “Arap”, 3: 318. 

46 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 22. 

47 Çağrıcı, “Arap”, 3: 318-320. 

48 Çağrıcı, “Arap”, 3: 319. 

49 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 22.

yerlerde çadırdan tapınaklar yaparlardı. Bunlara beyt/ev denildiği gibi küp şeklinde olanlarına Kâbe de denirdi. Ayrıca câhiliye döneminde mescid, mekrib, mabed, tağut, heykel ve harem gibi kelimeler de tapınak anlamında kullanılıyordu.50 Câhiliye dönemi tapınaklarının en tanınmışlarından biri, Himyerîler’in San‘a’daki Riyâm adlı tapınaklarıydı. Himyerîler bu tapınağı takdis ederler, yanında kurban keserlerdi.51 Ebrehe’nin Arapları Kâbe’den uzaklaştırmak amacıyla San‘a’ya bir tapınak kurması, bu tür tapınakların Araplar nezdindeki saygınlığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak gerek bu teşebbüs, gerekse Cüheyne kabilesinin ileri gelenlerinin aynı yöndeki tutumları, Kâbe’nin bütün Araplar nezdindeki büyük saygınlığını sarsmaya yetmemişti. Çünkü Arapların hem Hicaz’daki, hem de Hicaz dışındaki mabetlerinin en meşhuru Yüce Allah’ın evi olarak kabul ettikleri Kâbe idi. Mekkeliler Kâbe’nin bakımına, onarımına, korunmasına ciddi özen gösteriyorlardı. Sadece hac döneminde değil, diğer zamanlarda da Kâbe tavaf edilir ve yanında kurban kesilirdi.52 Îsâf ve Nâile adlı putlar da Kâbe çevresindeki kayda değer putlardandı.53 Bilindiği üzere Mekke ve yakın çevresi ziraate uygun bir yapıda olmadığı için Mekkeliler çoğunlukla hayvancılık ve ticaretle geçimlerini sağlıyorlardı. Sahip oldukları deve sürüleri, koyun, keçi ve diğer gelir getirici ürünlerle hayat standartları belirleniyordu. Kur’ân-ı Kerim’de Abese sûresinin 26-33. âyetleri bu hususu ortaya koymaktadır. Hac aylarında Mekke’ye gelenler Kureyş kabilesinin ekonomik gelir elde etmesinde büyük rol oynuyordu. Hac ibadetiyle birlikte kurulan pazar ve panayırlar, şehirde büyük bir canlılığa vesile oluyordu. Kureyş sûresinde de yer alan (Kureyş, 106/1-2) ve komşu devletlerle ticari ilişkileri düzenleyen îlâf adlı anlaşmalar yapılıyordu.54 Böylece iç ticaretle birlikte dış ticarete yönelik faaliyetler de gerçekleşmiş oluyordu. Bu bağlamda Hâşim, Şam ve Yemen tarafına ilk kez kervan ticareti yapan kişiydi.55 Kaynaklardaki bu bilgilerin zenginliği, Câhiliye döneminde Araplar arasında putperestliğin oldukça yaygın bir inanış biçimi olduğunu göstermektedir.

50 İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretu’n-Nebeviyye I-II, (nşr. Mustafa es-Sekâ, İbrahim el-Ebyârî ve Abdulhafîz eş-Şelebi), (Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 2005), I: 85-91; Çağrıcı, “Arap”, 3: 319, Güç, “Putperestlik”, 34: 366-367. 

51 Çağrıcı, “Arap”, 3: 319. 

52 Demircan, Cahiliye Arapları, 75-76. 

53 Çağrıcı, “Arap”, 3: 319. 

54 Balcı, Peygamberlik Öncesi Hz. Muhammed, 46-47.

55 Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, 89

Kaynak Okuyan, Abdurrahman. “ARAP YARIMADASI’NDA İSLÂM ÖNCESİ DİNİ YAPI”. İlahiyat 1 (Aralık 2018), 107-134.


Hiç yorum yok