Son Yayınlar

Osmanlı'nın Gizemli Askeri Birliği: Deli Ocağı'nın Hikayesi



Osmanlı askeri teşkilatında Deli Ocağı, cesur akıncılardan oluşan özel bir askeri birliğiydi. "Deli" terimi, bu askerlerin cesaretli doğası ve dikkat çekici kıyafetleri nedeniyle verilmiştir. Türk kültüründe "deli" tiplemesi, kahramanları temsil eder; eski Deliler, akıncılardan oluşan ve çeşitli Osmanlı tebaalarından askerleri kabul eden bir birliği ifade ederdi. Her biri elli ila altmış kişilik bayraklara ayrılır ve bir delibaşının komutasında bulunurdu. Eğitim sürecinden sonra, gençler deliliğe terfi eder ve ağalık makamına yükselebilirdi. Kurallara uymayanlar cezalandırılır ve ocaktan atılırdı.

On yedinci yüzyılda, Deliler Celali isyanlarına katıldı ve halka zulmetti, bu nedenle öldürülmeleri caiz sayıldı. Alain Manesson Mallet, Deli adının cesaretle ilişkilendirilmesini vurgularken, Khalkokondyles olağanüstü güç ve savaş becerisini öne çıkarır. Antoine Galland ise bu adın, askerlerin azmi ve inatlarından kaynaklandığını belirtir. Deli atlılar, Osmanlı askeri teşkilatında öncü birlikler olarak görev yaptı ve on beşinci yüzyıldan itibaren tarih kayıtlarında yer aldı. On altıncı yüzyılda düzenli bir yapıya kavuşarak önemli bir savaş gücü haline geldiler. Rumeli ve kuzey sınır bölgelerinde yeni bir askeri sınıf olarak ortaya çıktılar, baş vezirin muhafızları olarak da görev yaptılar ve günlük ücretleri on iki ila on beş akçe arasında değişti.


Deli Ocağı'na katılmak için bazı özel şartlar bulunmaktaydı. Bu birliğe dahil olabilmek için başvuran kişinin güçlü bir fiziksel yapıya sahip olması ve savaşlarda cesaretini kanıtlaması gerekiyordu. Deliler, iri cüsseleri ve güçlü fizikleriyle dikkat çeker, büyük bıyıklarıyla gururlu bir görünüm sergilerdi. Ayrıca, düşmanla savaşlarda yaklaşık on süvariyi öldürerek zafer kazanmaları beklenirdi. Deli Ocağı'na kabul edilenler, belirli bir eğitim sürecinden geçirilir ve bu eğitimi başarıyla tamamladıktan sonra bir törenle yemin ederlerdi. Törenin ardından, deli başlığı giyerek ocağa resmen katılmış olurlardı. Kurallara uymayanlar ise cezalandırılır, başlıkları alınarak ocaktan atılırlardı.

Deli Ocağı'na girişte belirli bir etnik köken veya tarikata mensup olma şartı aranmazdı. Müslüman olan, cesaretli ve etkileyici bir fiziki yapıya sahip herkes bu birliğe dahil olabilirdi. Deliler, genellikle elli veya altmış kişilik bayraklar oluşturur, bir delibaşı ise birkaç bayrağın komutasını yürütürdü. Yeniçeri Ocağı, Hacı Bektaş’ı pîr olarak kabul ederken, Deliler Hz. Ömer’i pîr olarak kabul etmişlerdir. Deliler, cesaret ve savaşçılığıyla özdeşleştirdikleri Hz. Ömer’e bağlıydılar ve bu bağlılıklarını "Kalpaklarımız Emirü’l mü’minün Hz. Ömer’in çizmesinin komcuğudur" şeklindeki bir dua gibi tekrar ederek ifade ederlerdi. Deliler, kaderlerine olan inançları nedeniyle hiçbir tehlikeden kaçınmaz, yaşantılarını bu düstura göre şekillendirirlerdi.


On beşinci yüzyılda Mohaç Meydan Muharebesi'nde Türkler'e esir düşen Bartholomaeus Georgievic, Osmanlı atlılarını "cıhaziler" olarak adlandırırken, "lazilan gelur bassına" (yazılan gelir başına) atasözünü kullanarak, Delilerin kaderlerinin önceden belirlendiğine duydukları inancı vurgulamıştır. Bu inanç, Delilerin düşmanlarına karşı tereddütsüz savaşmalarının temel nedenidir. Osmanlı askeri teşkilatındaki Deliler, genellikle farklı ve süslü kıyafetleriyle tanınırdı. On beşinci ve on yedinci yüzyıllar ile on yedinci ve on dokuzuncu yüzyıllar arasında kıyafetleri iki dönemde incelenebilir. Delilerin kıyafetleri standart olmaktan uzak, çeşitli renk ve tarzlarda olurdu. Örneğin, bin altı yüz yetmiş iki yılında Fransız elçisi Galland, Delileri yeşil veya sarı saten ceketler, kaplan derisi örtüler ve kırmızı veya yeşil külahlar içinde tasvir etmiştir. Ayaklarında sarı deri çizmeler ve uzun serhatlık mahmuzları bulunurdu. Deliler sırtlarında büyük kartal kanatları taşırdı.

Delilerin silahları, akıncılarınkilerle benzer olup, kılıç, pala, mızrak ve balta gibi araçlar içerirdi. Mızrakları uzun ve kartal tüyleriyle süslenirdi. Zırh kullanmaz, geniş tekne kalkanları taşırdı. On yedinci yüzyılın sonlarına doğru, kıyafetler sadeleşmiş ve standart hale getirilmiştir; siyah çuha kalpak, dar kollu salta, dar şalvar ve kırmızı çizmeler tercih edilmiştir. Silahlar ise tabanca, tüfek ve uzun mızrak gibi yeni araçlarla değiştirilmiştir. Deliler güçlü atlar seçer ve atlarını kartal tüyleri ve hayvan postlarıyla süslerdi.


Osmanlı Devleti'nde Deliler, barış zamanında vezirlerin yollarını açmak ve olası suikastlardan korumakla görevli özel koruma birliğiydi. Sadrazamlar tarafından güvenilen bu askerler, savaş dışında sultan çocuklarının sünnet şenliklerinde de cesaretlerini sergilemişlerdir. Bin altı yüz yetmiş iki yılında Galland, Delilerin ihtişamlı kıyafetleri ve silahlarıyla cesaretlerini övgüyle anlatmıştır.

Savaş zamanlarında Deliler, beylerbeyi veya sınır beylerinden ücret alır, savaşlarda Rumeli beylerbeyi komutasında görev yaparlardı. Deliler, akıncılardan farklı olarak beylerbeyi veya sancakbeylerinin emri altında çalışırken, akıncılar akıncı beyi idaresindeydi. Deliler, Osmanlı tebaasından seçilen ve cesaretlerini kanıtlayan askerlerden oluşurdu. Kıyafetleri büyük bir ayı derisinden pantolonlar, leopar derisi şapkalar ve kartal tüyleri gibi unsurlardan oluşur; silahları ise kılıç, hançer ve uzun mızraklardan oluşurdu. Bu gösterişli giyim tarzı, düşmanı etkilemek ve üstünlük sağlamak amacıyla seçilmiştir.

Deli Ocağı'nın katıldığı önemli muharebeler arasında on dördüncü yüzyılda Varna Savaşı, on dördüncü yüzyılda II. Kosova Savaşı, on beşinci yüzyılda Mohaç Meydan Muharebesi ve on beşinci yüzyılda Haçova Meydan Muharebesi bulunmaktadır. Katıldıkları seferler ise bin beş yüz elli dört yılı Nahçıvan Seferi, bin beş yüz otuz sekiz yılı Boğdan Seferi ve bin beş yüz seksen beş yılı Tebriz Seferi’dir.

Deliler’in son kahramanlıkları, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında sergilendi. Osmanlı Devleti, bu savaşta iç ve dış sorunlarla yıpranmış, ordusu oldukça zayıflamış durumdaydı. Ancak Deliler, bu olumsuz koşullara rağmen Ruslara karşı büyük bir cesaretle savaştılar. O dönemde Osmanlı’nın misafiri olan İngiliz deniz subayı Adolf Slade, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı’na tanıklık etti. Slade anılarında şunları yazmıştı:


"1828 yılında Osmanlı-Rus savaşında hiç ummadığımız bir şeyle karşılaştık: Türklerin ünlü Deli Süvarileri. Bu güne kadar böyle bir hız, cesaret ve delilik görmemiştim. Türk birlikleri dağılmış halde geri çekilirken, Rus süvarileri onların peşine düştü. Ancak hesaplamadığımız bir şey vardı: Deliler. Öyle bir hızla Rusların üzerine gittiler ki, hayatımda atların bu kadar hızlı koşturulduğunu hiç görmemiştim. Ruslara saldırdılar, kılıçtan geçirdiler, hatta toplarını bile ganimet olarak aldılar. Bir başka muharebede, Deliler, sanki hiç tereddüt etmiyorlarmış gibi, 'Allah Allah!' nidalarıyla Ruslara saldırdılar. Yaklaşık iki saat süren bu saldırı, adeta bir can pazarıydı. Ancak Deliler, bu saldırıyı sanki bir oyun gibi yaptılar. Diğer Osmanlı birlikleri sadece izliyor ve Deliler’in bu gösterisini büyük bir sevinçle takip ediyordu. Muharebe sona erdiğinde, savaş alanını gezdim. Engebeli ve at sürmeye elverişsiz bir arazide, Deliler’in nasıl bu kadar süratle hücuma geçtiğini anlamakta zorlandım. Rus komutanları, arazi koşulları nedeniyle süvarilerini kullanamadıklarından yakınıyorlardı. Ancak Deliler, o kötü arazi koşullarına rağmen, bir gölge gibi Rusların üzerine çökmüştü. Savaş sonrası, Rus komutanları bu deli süvarilerden 'Muhteşem Cengaaverler' olarak bahsediyorlardı. Atlarını şaha kaldırıp, kaleden ovaya yayılan Deliler, adeta eski şövalyeler gibiydiler. Öylesine hızlı hareket ediyorlardı ki, toplar bile onları durduramıyordu. Geri çekildiklerinde, üzerlerine şarapnel atılsa bile, zarar gören çok azdı. Bir muharebede, ellerindeki mızrakları havaya fırlatıp, tekrar tutarak atlarını dörtnala süren Deliler’i izledim. Yörük atları üzerinde, uçuşan kuş sürüleri gibiydiler. Doludizgin süratle ilerliyor, ölüme göz kırpmadan saldırıyorlardı. Mızraklar birbirine çarpıyor, savaşın şiddeti her an artıyordu. Sonra, birden geri çekildiklerinde, iki atlıyı bir arada görmek imkansız hale geliyordu. Öylesine hızlı ve dağınık bir şekilde geri çekiliyorlardı ki, topların hedefi olmaktan kurtuluyorlardı. Bir başka muharebede, Osmanlı’nın Serdarı Ekrem Sadrazam Reşid Paşa’sı, Deliler’le birlikte Rus mevzilerine hücum etti. Deliler, cirit oynar gibi Rusların toplarla mevzilenmiş hatlarına saldırıyordu. Reşid Paşa bir ara atını kontrol edemeyip geride kaldı ve neredeyse esir düşecekti. O anda bir deli süvari, atını mahmuzlayıp süratle Paşa’ya yetişti, Rus subayını alnından vurdu ve Sadrazam’ı esir düşmekten kurtardı. Bu Deliler, gerçekten muhteşem cengaaverlerdi. Onlarla savaşmak, bir ölüm kalım meselesiydi. Ama itiraf etmeliyim ki, bu kadar çılgın ve gözü kara bir düşmanı seyretmek bizde bir hayranlık uyandırmıştı."

Deli Ocağı, Osmanlı’nın askeri teşkilatlarından biri olup zamanla çeşitli bozulmalar yaşamıştır. Onaltıncı yüzyılın sonlarından itibaren, sadrazam veya vezirlerin sıkça görevden alınması, Deliler’in başsız kalmasına ve kontrolsüz bir şekilde çevreye zarar veren eşkıyalar haline gelmelerine neden olmuştur. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, Deliler halktan zorla yiyecek ve para toplamaya başlamış, Celali isyanlarına karışmışlardır. Islah çabaları sonuçsuz kalmış ve düzen bozulmaya devam etmiştir. Özellikle II. Mahmud döneminde, merkeziyetçi politikalar gereği, Deli Ocağı’nın varlığı daha fazla tolere edilememiştir. 1829 yılında çıkarılan bir fermanla Deli Ocağı tamamen kaldırılmış, emre itaat etmeyenler üzerine askeri kuvvet gönderilerek bastırılmış ve Delibaşları öldürülmüştür. Böylece, Osmanlı’nın bu önemli askeri birliği, süregelen disiplinsizlik ve eşkıyalık faaliyetleri nedeniyle ortadan kaldırılmıştır.

Deli Ocağı hakkında yabancı kaynaklarda yazılanlar şöyledir:

Fransız kökenli mühendis ve asker Alain Manesson Mallet, Les Travaux de Mars ou Art de la Guerre adlı eserinde, Deliler’in adının nereden geldiğini şöyle açıklar: “Bu ocağa mensup askerler öylesine cesurdurlar ki, bir tarafın hizmetine girdikten sonra onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu olmadığından, Türkler onlara 'Deli' adını vermişlerdir. Bu ad, Türklerin dilinde 'gözü pek' anlamına gelmektedir.”


Bizans tarihçi Khalkokondyles, Deliler hakkında şöyle der: “Öyle görünüyor ki, doğa onlara herkesin üstünde bir güç ve nadir nitelikte kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir.”

1662 yılında Fransız elçisinin maiyetinde İstanbul'a gelen Antoine Galland, yayımlanan günlüklerinde deli adının kökenine dair şunları aktarır: “Deli sözü Türk dilinde mecnun anlamına gelir, fakat bu adamların mecnun oldukları ve akıllarını kaybettikleri anlamında değerlendirilmemelidir. Bu, kendilerini tehlikeye atma hususundaki azim ve inattan kaynaklanmaktadır.”

Deliler’in tarihte sahne aldığı ilk savaş olarak bilinen 1444 Varna Savaşı ile ilgili Vatikan Kütüphanesi'nde kayıtlı Imperatorum Turcarum Historiae adlı Yunanca el yazmasında Deliler şu şekilde anlatılır: “Her iki taraftan ordular görüldüğünde Sultan Murad bir dağın eteğine gitti ve karışan ve muharebe eden orduları müşahede etti. O vakit harp aletleri çalındı ve muharebe başladı. On beş bin Türk süvarisi ayrıldı ve Macarların üzerine yürüdü. Bunların hepsi silahlarının üzerine beyaz gömlekler giymişti. Bunları yeşil gömlekliler takip etti. Bunların kartal kanatları vardı ve bu kimselere 'Deliler' diyorlardı. Birbirlerine karıştılar ve muharebeye girdiler, her iki taraf cesurane cenk ettiler.”

Osmanlı döneminde askeri bir terim haline gelen Deliler, on beşinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla kadar varlıklarını sürdürmüş, kendilerine özgü kıyafetleri ve kahramanlıklarıyla efsanevi bir yer edinmiştir. Deliler, tarih sahnesine çıktıkları günden itibaren Türk kültüründe önemli bir figür olmuş, gerek destanlarda gerekse halk edebiyatında efsanevi kahramanlar olarak yer almıştır. Milli mücadele döneminde de benzer cesareti gösteren yiğitlerle bu gelenek devam etmiştir. Örneğin, Adana’nın Fransız işgali sırasında Deli Habip’in gösterdiği cesaret, Deliler’in ruhunu yansıtan örneklerden biridir.

Hiç yorum yok